Pazarın Gelişi Cumadan Belliydi – ZİHNİ YILDIZ

“Ak Parti seçimi kazandığının, diğer partiler de seçimi kaybettiğinin farkına ancak salı günü akşam üzeri varabildiler” dedi bir dostum.

Gerçekten de öyle bir şok yaşandı ki ilk anda kimse neler olduğunu tam olarak anlayamadı. Herkes zafer ilan etti. Hali ile ilk geceden koalisyon ihtimallerine kapıyı kapattılar.

Pazartesi günü kafalar iyice karıştı. %41 gibi muazzam bir oy oranı ile birinci gelen parti seçimin tek kaybedeni ilan edildi. İçte ve dışta dostlar üzüldü, düşmanlar sevindi. Bu atmosferden bendeniz de etkilendim, aşağıdaki ertesi gün yazısını yazdım sıcağı sıcağına.

Bugün mübarek Cuma. Taşlar yerine oturdu. Herkes şapkasını önüne alıp durum muhasebesi yapmaya, “kimle koalisyon yaparsam bu süreci en az hasarla atlatırım” diye düşünmeye başladı. Siyasiler kendi iç hesaplaşmasını yaparken bizlerin de müstehak olduğumuz bu karmaşık duruma düşme nedenlerimizi kendi çapımızda irdelememiz lazım.

İlk adımı sevgili kardeşim İsmail Kılıçarslan attı. Yeni Şafak’taki köşesinde yüksek sesle Niçin oldu bu? diye sordu. Öyle ya, sebepler dünyasında her şeyin bir sebebi var. Bu yazı tüm kesimlerde yankı buldu. “İslamcı” yazardan bombardıman diyen de oldu, “havuzda çırpınmalar başladı” diyen de. Bizdeki yankısı “adam haklı beyler” şeklinde özetlenebilir. Şükür ki içimizden böyle “cins” kafalar çıkıyor ve hatalarımızı bir bir sıralıyor. İrfanımız buna benzer örneklerle doludur. Her durumdan bir nifak çıkarmak isteyenlerin ne dedikleri önemli değil. Birinin durun kalabalıklar diye haykırmasının ne mahzuru olabilir ki? Sadece zamanlamaya dikkat etmek lazım. Düsturumuz, “her şeyin bir yeri olmalı, her şey ‘yerinde’ olmalı”

İsmail kardeşimizin bıraktığı yerden devam edelim: Niçin böyle oldu? Aslında perşembenin gelişi çarşambadan belli değil miydi? Bu sonuca sürpriz demek bir nevi başımızı kuma gömmeye devam etmek değil midir? Bize, layık olduğumuz şekilde yönetileceğimiz bildirilmemiş miydi? O halde sürpriz olan ne?

Çarşambayı perşembeyi bilmem de, pazarın geleceği bir önceki Cumadan belli olmuştu bendeniz için. Hayal kırıklığını bir hafta önceden yaşamaya başlamıştım da size belli etmedim, moraller bozulmasın diye. Aslında, hâl-i pür melâlimiz Aşiyan Mezarlığı’na komşu Hacı Kemalettin Camii’nde ayan beyan belli olmuştu da o gün sizinle paylaşmayı uygun görmemiştim. Onun yerine Rumeli Hisarından güzel fotoğraflar eşliğinde iyimser bir paylaşımda bulunmuştum hatırlarsanız.

Bugün tam yerine rast gelen o necefli maşrapayı koymanın tam sırası. Böylece kendi zaviyemizden “neden böyle oldu”nun cevabını vermiş olacağız bu vesile ile.

Efendim, o gün hayalimiz Rumeli Hisarının içinde bulunan Boğazkesen Mescidinde cuma namazı kılmaktı. Ama olmadı. İnşaat devam ediyordu. Hayaller ve gerçekler her zaman örtüşmüyor. Vakit daraldığı için en yakındaki camide Cuma kılmak nasipmiş demek ki. Hisara sahil yolu ile gelirken, hemen yakında denize sıfır (arada sadece yol var) bir cami gözüme ilişmişti. Çıkışta kalp yönüne dön, en fazla 50 metre sonra camiye vardın say. Yol kenarında iç içe girmiş kafe ve restoranlar, hepsi dolmuş taşıyor. İnsanlar sanki sadece yemek-içmek için gelmiş bu dünyaya. Caminin altında bile kafeterya var. Caminin üst tarafındaki sırta lüks bir restorant kondurulmuş. Alttan bakınca üzerimize düşecek gibi, insan korkuyor. Abdest alma yerindeki görevli “abi oraya çok masraf ettiler” diyor. Nasıl izin vermişler, burası ön görünüm değil mi? diye soruyorum saf saf. Adam konuşmak yerine baş parmağı ile işaret parmağını birbirine sürtüyor. Konu “tamamen duygusal” yani.

Tövbe estağfirullah. Cuma vakti meşgul olduğumuz konuya bakar mısınız? Camide yer bulamayıp yamaçta baş aşağı namaz kılmak zorunda kalırsak anlarız hanyayı yanyayı. Hadi girelim, “Es-salât-ü hayr’un mine’l lak lak”

1-650

Hocam bu ne? Ne olacak, Hacı Kemalettin Camii’nin cuma ezanına 5-10 dakika kala içten görüntüsü. 40 yıllık imam olan Tokat’lı hocaefendi ağır ağır konuşarak vaaz veriyor, Cemaat-i Müslimin de dinliyor. “Çerçevede 4 kişi var, bir de sen eder 5. insanlar niye ön safları doldurmadan arkada yığılmış ki?” diye bizi sıkıştıran dostlara arka tarafı da gösterelim de durumun vahameti daha iyi anlaşılsın.

2-650

Buyurun bu da arka cenah. Gözlerinizi ovuşturup bir kez daha baksanız da durum değişmeyecek maalesef. Burası Peygamber Efendimiz’in fethini müjdelediği ve ceddimiz Fatih Sultan Mehmet Han’ın fethettiği İstanbul şehrinin Rumeli Hisarı sahilinde bulunan tarihi bir caminin içi. İslami hassasiyeti olan bir partinin 13 yıllık iktidarının son günlerinde insanların gelip geçtiği, yiyip içtiği, gezip dolaştığı bir mekanda Cuma vaktinde camide ancak bu kadar cemaat var. Abartı yok, ekleme yok, çıkarma yok. Aşağısı insan kaynıyor. Araçlar vızır vızır geçiyor, hoparlörden “hayyalessalah, hayyalelfelah” diye çağrı yapılıyor ve ancak 10-15 kişi uyuyor bu çağrıya. “Ne var bunda, insanlar istediğini yapmakta hürdür kardeşim” diyenlere sözümüz yok. “Hocam, bizim insanımız son dakikacıdır, hele bir ezan okunsun, bak cami nasıl dolacak” diyerek iyimserliğe devam eden dostlar hayal kırıklığına uğrayacak maalesef.

3-650
Ezan okundu. Birkaç kişi geldi gerçekten. Ama Cuma namazına ikibuçuk saf olabildik. Bir safta 20 kişi olduğunu söylersem toplam cemaat sayısını üç aşağı beş yukarı tahmin edebilirsiniz. Boğazın serin ve derin sularında düşüncelere dalarak kıldım namazı. Huzur-muzur kalmadı. Sonunda gelip göreceğimiz nokta bu mu olacaktı? Adım başı cami inşa ederek bu sorun çözülmez hocam.

Ayasofya ibadete açılınca bu cami dolacak mı? Rumeli Hisarının içindeki mescidi tekrar ibadete açmak tarihi bir adım da, cemaatsiz cami olur mu? Boğazkesen Mescidini açalım da boğazımıza düğümlenen şu yumruk gibi dert bizi iflah etmeyecek bu gidişle. Batıyoruz, çürüyoruz, boğaz sırtlarından kötü kokular yükseliyor, sesimi duyan var mı?

Vesselam…

Kaynak: zihniyildiz.blogspot.com.tr

Yorum bırakın