Ölüm Dediğin… – ZİHNİ YILDIZ

“İnnâ Lillâhi ve innâ ileyhi râciûn”

Ölüm Ramazan falan dinlemiyor. Ne bir saniye önce, ne bir saniye sonra. Çevremizden bir yaprağın daha hayat ağacından ayrılma zamanı gelmiş demek ki. Allah gittiği yerde utandırmasın.

Geçen hafta bugün Sevgili kardeşim Deniz’in annesini uğurladık sonsuzluğa. “Anne” deyince benim için akan sular duruyor. İçim cız etti haberi duyar duymaz. Sevgili anacığım geldi gözümün önüne, kafamdaki çağrışımın kaybolması için konuyu değiştirdim, uzaklaştım mekandan. Ama ölüm bir gerçek, er ya da geç gelecek. Son senelerde her Ramazan bir yakınımızı/tanıdığımızı uğurluyoruz. Bu sene gelenek değişmedi.

Cenaze öğle namazını müteakip Şakirin Camii’nden kaldırılacakmış. Biraz geç kaldık ama dert değil. Gide gele Karacaahmete çıkan kestirme yolları öğrendik artık. E5’ten devam et, Üsküdar sapağından çık, hemen sağdaki gasilhaneye sap. Cenaze araçlarının kullandığı daracık yoldan mezarlığın içinde ilerle, sağda Süleyman Efendinin huzurundan geçerken edebe riayet etmeyi unutma. Az yukarda Şakirin Camii çıkacak önüne. Öbür türlü mezarlığın etrafını dolaşsaydık namaza zor yetişirdik. (Burada bizbizeyiz diye paylaşıyorum, sakın kimseye söylemeyin bu kısa yolu)

Ramazan olmasına rağmen cami avlusu cemaati cami içi cemaatinden daha kalabalık. Hadi müezzinin “hayyaalessalah” çağrısından bir şey anlamadın, musallada yatan cansız bedenler de mi bir şey anlatmıyor sana, be adam? Takmışlar kara gözlükleri, hiç bir şey olmamış gibi vır vır konuşuyorlar. Allah ıslah eylesin.

1 vakit 5 cenaze. Üçü kadın, ikisi erkek. Her tabutun başında bir imam ve cenaze yakınları. Kadın erkek karışık. Cenaze adabı tamamen terk edilmeye başlandı büyük şehirde. Sanki bir ritüel gibi, herkese düşen rolünü oynamak. Cenaze ikinci planda kalmış vaziyette.

Önce “er” kişi niyetine demeyi tercih etti koordinatör hoca. Niyet edilen cenaze için görevlendirilen imam komutla birlikte tabutun başına gidip kıldırıyor namazı. Sonra o geri çekiliyor, diğeri kendi tabutunun başına gidiyor. Sıra “hatun” kişi niyetlerine geliyor. Böyle böyle 5 kere cenaze namazı kıldık. (Hacda görmüştüm, Araplar kaç cenaze olursa olsun erkeklere 1, kadınlara 1 cenaze namazı kılıyorlar.)

Sıra geldi cenazelerin hazırlanan mezara götürülmesine. Bu da problem büyükşehirde. Herkes cenazeye bile kendi arabası ile geldiği için acayip trafik oluyor. “Birbirimizi kaybetmemek için dörtlüleri yakıp cenaze arabasını takip edelim” diyorlar ama ilk trafik ışığında konvoy dağılıyor. Bizim cenaze Ihlamurkuyu Mezarlığına defnedilecekmiş. İlk defa gideceğim. “Nevzat Demir tesislerinin karşısında imiş” dediler. Buluruz inşallah. Konvoyu beklemeden gene aynı kestirme yolu kullanarak çıktım ana yola. Tepeüstünden sonra tabelaları takip ettim. Ama o kadar karışık ve sokak aralarına girdik ki, bilmeyen kaybolur bu gecekondu mahallesinde.

Sonunda bulduk, ama ölüyü bekleyen “taze mezar” nerede acaba? Kalabalığın aktığı yamaca doğru ilerleyince bir değil, bir sürü taze mezarın ağzını açıp beklediğini görüp şok oldum. Bu ne yahu, bir günde “ne çok ölüm var”mış meğer bu fani dünyada. Camideki 5 cenazeye hayret ediyorduk, meğer beterin beteri varmış. Mezarlıkta 5 olmuş 15.

1

Şu manzaraya bakar mısınız? İnsanlar öbek öbek olmuş, cenazelerini toprağa vermekle meşgul. Fırına ekmek verir gibi. Kimi geliyor, kimi gidiyor, kimi cenazesini bekliyor, kimi de toprağa yeni verdiği yakınının başında bekliyor. Şaşırdım kadım. Acaba bizim cenaze hangisi? Yoksa biz gelmeden gömmüşler midir? “Abi güvenlik görevlisinde liste var, onu bulun, ada-parsel numarasını size söyler” dedi şu mezar kazıcılardan biri. Güvenlik görevlisinin elindeki kağıtta uzunca bir liste. Cenazemizin ismini söylüyoruz. “Ada numarası şu, H .. nolu mezar” dedi ve gitti. İşi başından aşkın çünkü. Onca cenaze defnedilmeyi bekliyor çünkü.

2

“Doğan ölürmüş, arayan bulurmuş” ya, biz de bulduk. Henüz gelen giden yok. Konvoya takılsaydık biz de hala yolda idik. Gördüğünüz gibi herkesin dönüp dolaşıp geleceği son durak burası. Ağzını açmış bekliyor. Toprağın üzerine oturup ibret nazarı ile baktım etrafa. Öyle derin düşüncelere daldım ki, şu mezarın bir insan boyunu geçmeyen derinliği onun yanında hiç kalır. Düştüğüm girdaptan çıkmak için Rahmetlik Erdem Bayazıt abimizi imdada çağırdım.  “Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm / Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm” diye fısıldadı kulağıma. (Allah ona ve tüm Ümmet-i Muhammed’e rahmet eylesin.)

Aradan bir hafta geçti, “yahu alem adamsın Zihni” dedim kendi kendime. Olur olmaz her şeyin fotoğrafını çekiyorsun. Şu boş mezarı niye çektin, sil gitsin, bunun arşivlik ne özelliği var. Anlayana aşk olsun.

Derken bugünkü gazetede Erol Göka’nın ölüm üzerine kaleme aldığı  köşe yazısı* çıktı karşıma. İşin ehli yazınca her şey yerli yerine oturuyor, bizim gibi laf kalabalığı yapmıyor. Demek ki fotoğrafları bir haftadır silmememizin bir sebebi varmış. Tamamı linkte, altını çizdiğim satırlar aşağıda. Buyurun:

….
Ölüm endişesini ortadan kaldırabilecek panzehir, o yokmuş gibi davranmak değil bilakis ölüm üzerine düşünmektir. Ölümü ve ölümlülüğü açık yüreklilikle ele almanın, işlerin gerçek durumunu daha iyi değerlendirebilme, yaşamı daha katlanabilir kılma gibi bir ödülü var. Bu anlamda ölümü hiçlik, yok oluş gibi değil de “sıfır” sayısı gibi düşünmek en doğrusu. Sıfırı nasıl bir sayının sağına veya soluna yerleştirdiğinizde, onu on defa büyütüyor veya küçültüyorsa, ölüm de, asıl anlamını yaşamın yanında bulur; onu yüceltir veya onun anlamını azaltır, zayıflatır. Faniliğimizi, ölümlülüğümüzü bilmek yaşamımızın değerini azaltmak yerine arttırır.

Ömrümüzün bize Yaratıcımız tarafından sunulmuş bir armağan olduğunu anladığımızda bırakın varoluşun ertelenemeyeceğini anlamayı, armağan olarak her anın özel bir değeri, paha biçilmez bir kıymeti olduğunu kavrarız. Nasıl ölüm, başka “ihtimallerin imkânının ortadan kalkması” ise yaşadığımız her an da, bir “ihtimal İmkânı”. İrademizin hükmü her ne kadar kelebeğin kanat çırpması kadar olsa da gideceğimiz yönü belirlemek elimizde.


Zamanın çocuğu olarak biz Müslümanlar da elbette hem modernin hem post-modernin içindeyiz ama İslam inanç dairesinde olmak bize bambaşka bir imkân daha sunuyor. Ölümün bir son olmadığını biliyoruz, ölüm bizim için varlığın başka bir aşamasına giriş… İnancımız bize ölüm endişesini daha kolay yenme imkânı vermesinin yanı sıra bu dünyada ne yapmamız gerektiği konusunda da yol gösteriyor. Ayrıca “İnsan öldüğü zaman üç şey hariç ondan bütün amelleri kesilir: Bunlar sadakayı cariye, hayırlı evlat ve faydalı ilimdir” diye buyuran Peygamberimiz (sav), öldükten sonra hayırla anılmak ve cennet bahçeleri umudumuzun sürmesi için ne yapmamız gerektiğini söylüyor.

Zihni Yildiz.Blogspot.Com.Tr

Yorum bırakın